stand 1
f. (stood) 1. ayakta durmak, durmak; ayakta kalmak. 2. (up) ayağa kalkmak. 3. -in boyu/yüksekliği (belirli bir miktar) olmak: He stands five feet eleven inches. Boyu beş fit on bir inç. 4. (belirli bir durumda) olmak/bulunmak: As things now stand, I´m to leave tomorrow. Şimdiki duruma göre yarın gitmem gerekiyor. He stands accused of larceny. Hırsızlıkla itham ediliyor. On this subject he stands alone. Bu konuda yalnız kaldı. 5. (belirli bir yerde) olmak: Where does Trabzonspor stand in the rankings? Trabzonspor klasmanda kaçıncı sırada yer alıyor? The church stood at the top of the hill. Kilise tepenin başında duruyordu. 6. (bir şey) (belirli bir yerde) durmak: That statue´s stood there for years. O heykel orada yıllardır duruyor. 7. (su) (bir yerde) kalmak, durmak: Water stood in the low places for days. Su, alçak yerlerde günlerce kaldı. 8. çekmek; tahammül etmek, katlanmak, dayanmak: I can´t stand this. Bunu çekemem. He can´t stand to see that area now. Artık o semti görmeye tahammül edemiyor. 9. yürürlükte kalmak; geçerli olmak: My offer still stands. Teklifim hâlâ geçerli. 10. ısmarlamak, (birine) (verilecek bir şeyin) parasını ödemek: I´ll stand you a dinner. Sana bir akşam yemeği ısmarlarım. 11. (for) İng. (-e) aday olmak; (-e) adaylığını koymak: He´s standing for the presidency. Başkanlığa adaylığını koydu. 12. koymak; dayamak: Stand that statue by the door. O heykeli kapının yanına koy. Stand those paintings against the wall. O tabloları duvara daya. She stood the child on her shoulders. Çocuğu ayakları üzerinde omzuna aldı.